Hapşuuu!

 

IMG_1127 (1)

Virüsün kaynağı belli; Zeytin Çekirdekleri! Sonunda ve ne mutlu ki bana da bulaştı! Geçtiğimiz hafta sonu Ayvalık’ta, bu inanılmaz ama pekala gerçek olan gönüllü müzik çalışmasına gittim. Sadece geçen hafta sonuna özgü bir çalışma değildi. Haziran 2014’den bu yana faaliyet halinde olan, yerel ve harici gönüllü desteğiyle, her geçen gün daha güzel sesler çıkaran, bugüne kadar 750 çocuğa müzikle dokunmuş bir proje. Bu sene itibariyle, 100 kadar çocuk, her gün okul çıkışı ve hafta sonları, onlara nota okumayı, birlikte müzik yapmayı öğretmeye gelmiş öğretmenlerinin yanına koşuyorlar. Hayatlarında müzik olmayan, müzikle bugüne kadar tanışmamış çocuklar. Evlerinde, okullarında, yaşamlarında, kendisini ifade edecek alanları, koşulları, dili bulunmayan çocuklar. Buraya geliyor, müzikle ve diğerleriyle buluşuyor, kendisiyle ve diğerleriyle tanışıyor, kendini ve diğerlerini kutlayarak ayrılıyor.

IMG_1129Ayvalık’ın 17 farklı ilköğretim okulundan, 17 mahalleden geliyor çocuklar. Bu sayı, projenin şehir merkezinin dışındaki köyleri de kapsaması anlamına geliyor. Bu dağılım da, ayrışmış sosyal yapılar içinde, birbirleriyle yan yana gelmeyecek çocukların yan yana durması ve herkesin müzikte eşitlenip ortak bir uğraşta bulunması ve uyum içinde güzel bir şey üretmesi anlamını taşıyor. Benim şahit olduğum bütünlük işte böyle bir şeydi ve sanırım bu tatlı virüsü benzersiz kılan en önemli özellikti. Bu kadar homojen olmayan bir yapı içinde bütün olmak! Bunun kolay oluşmadığını söylüyor projenin gönüllü koordinatörü Gül. “Kürt, boşnak, roman, yörük, adalı, zengin, fakir, şehirden, kırsaldan gelen çocukların, önyargıları yıkıp beraberliği öğrenmesi için bir yıla yakın bir süreç gerekti. Tanıdıkça birbirlerini kabul edip en temel müşterekte birleştiler: insan olarak var olmak. Bu müziğin barıştırıcı ve birleştirici gücü ile mümkün oldu!”

Gül Yılmaz Gürsoy’u tanıyorum. Yıllar önce masa üstünde bir grup gönüllü, konuşurduk bu projenin yapı taşlarını. Bugün bu masa üstü projenin gerçekleşmesi, Gül’ün iradesi, sabrı, çalışkanlılığı, sınırsız gönüllüğü sayesinde mümkün oldu demek yanlış olmaz. Yer olarak Ayvalık’ın seçimi de pilot çalışmayı kolaylaştıran bir faktördü. Gül’le birlikte, en başından beri aktif çok değerli ve bugün sayısı 40’tan fazla gönüllü ile birlikte proje ayağa kalktı ve büyümeye devam ediyor. Kadıköy Belediyesi Çocuk Sanat Merkezi’nin de desteğini yakından biliyorum.

IMG_1020Şimdiye kadar 16 performansları oldu Zeytin Çekirdekleri’nin. 4-6 haftada bir performans yapmaya çalışıyorlar. Sadece müzik değil, resimleriyle, danslarıyla da varlık gösteriyorlar. Hatta artık turneye de çıkmaya başladılar. 1 Haziran, Boğaziçi Mezunlar Koro’sunun “Minik Elli Koca Yürekli” şarkılar konserine onlar da katılacaklar. İşte orada, ben de çekirdeklerle “Dostum Ol” u söyleyeceğim.

Geçenlerde, ihtiyaçları olan bir davul seti için Facebook’ta yazdığım bir postun 24 saat içinde 122 paylaşımı yapılmıştı! Bu inanılmaz bir rakamdı. Bir kere daha şunu gösterdi: Tutunabileceğimiz somut umutlara, güvenebileceğimiz iyi insanlara ve güzel şeyler yapmaya ihtiyacımız var. Toplumsal travmamızın üstesinden ancak bu umutlu bağlarla ve dayanışmayla gelebiliriz inanıyorum. İşte o yüzden hapşuuu! Bu yazıyı okuyup da Zeytin çekirdeklerini tanımayanlara da bulaşmıştır, umarım!

Nasıl Katkıda Bulunulabilinir?

IMG_1033

İmece usulu, herkes elinde ne varsa onu verebilir; ama ondan başka;

  • Düzenli maddi destek yapılabilecek önemli bir katkı. http://www.zeytincekirdekleri.org/
  • PR (Tanıtım) / paylaşım ile, medyadaki güçlü kalemlerle irtibat ile…
  • Psikolojik destek / Giderek, çocuklarla, ailelerle görüşerek
  • Akademik destek / Dersleri zayıf olan öğrencilere yazın ders vererek

(Gönüllülerin uçuşları Pegasus, konaklamaları iki butik otelin sponsorluğu tarafından sağlanıyor. )

IMG_1034

 

Birkaç Sessiz Soluk

IMG_9007-001

Bazı dillerde, ‘anlamak’ sözcüğünün içinde ‘durmak’ fiilinin olduğunu öğrendiğimde, kim bilir kaç kez kullandığım İngilizce understand sözcüğüne bir adım geri çekilerek bakmış ve gerçekten şaşırmıştım. Bilginin kaynağı Dücane Cündioğlu’nun bir twitter notuydu. Türkçe için söz konusu değildi ama birkaç başka dilde de bu benzer durum vardı: anlamak için önce ‘duruyorduk’. Almancadaki Verstehen, Yunancadaki episteme, Arapçadaki vakafe sözcüklerinin kökeninde anlamaya eşlik eden bir hareketsizlik vardı.

Yine aynı dönemde Hannah Arendt’in, “Hiçbir şey yaptıklarımızı düşünmekten daha önemli değildir” cümlesini bir kenara not etmiştim. Yaşadığımız ve yaşamaya devam ettiğimiz zor zamanlarda, şiddetin, kötülüğün kökeninde tam da bunun eksikliğini her geçen gün daha fazla hissederken.

*

Piyanist, orkestra şefi Daniel Barenboim “Everything’s Connected” kitabının ilk sayfalarında, sesi, sessizlik üzerinden anlatır; sesin bağımsız olmadığını, sessizlikle kalıcı, sabit ve kaçınılmaz bir ilişki içinde olduğunu yazar. Sessizliğin, kulağın algılayabileceği en yüksek sesten nasıl daha yüksek, en düşük sesten de daha düşük duyulabileceğini müzikal eserlerden verdiği örneklerle betimler.

Gerçekten de müziği anlamak için ‘durduğumuzda’, müziğin, sesin öncesinde ya da sonrasındaki, müzik dilinde ‘es’ denilen sessizliklerle bir bütün olduğunu anlarız. Ses, müzik olmadan önce, içinden çıktığı sessizlik, gelecek müziğin ipuçlarını taşır. Ya da sesin ardından gelen sessizilik, müziğin süzüldüğü ve izlenimle buluştuğu bir süredir. Biri olmaksızın, diğeri eksikir. Her ikisi de, birbirini anlamlı kılacak ve birbirine doğru, dönüşümlü bir hazırlık içindedir.

*

Müzikle yaşadığımız hayatlar arasında bağlantılar aramak çok keyifli bir egzersiz olabiliyor. Müzik, her ne kadar çağın tüketimine kaptırdığı bir tarafı varsa da, elle tutulmazlığı, zapt edilmezliğiyle de en ilkel ve saf insanlık hallerimizden , gelecekteki suretlerimize kadar varan yansımaları içinde barındırabiliyor.

*

Müzikteki es, ya da anlamaya eşlik eden duruş, pratik yaşamlarımız içinde mümkün olabiliyor mu? Uzağımızda da değil, kendi biricik yaşamlarımızda, hayatı paylaştıklarımızda, geleceğe hazırlanan çocuklarımızın arayışlarında hayatta kalma ve başarı endeksi, hızın, rekabetin, tüketimin, aşırılığın her türlüsünü makbul, ara solukları imkansız kılarken…

*

Son yıllarda çığ gibi büyüyen Mindfulness da, tam da bu ihtiyaçtan yola çıkan, Budist meditasyon pratiğini sekülerleştirip, modern yaşam içinde ara solukları düzenlemeye yarayan bir pratik gibi duruyor. John Kabat-Zinn’in sözleriyle: “Bir an için ‘yapma’ halinden, ‘olma’ haline geçmek. Enstrümanınızın akordunu yapmak için ‘durmak’.” Ve mindfulness öğretisi, 17. Yy düşünür ve matematikçisi Blaise Pascal’in şu sözlerini sık sık anıyor: “İnsanın tüm mutsuzlukları, sessiz bir odada yalnız başına oturamıyor olmasından kaynaklanır.”

*

Ses beraberindeki sessizlikle, eylemlerimiz de beraberindeki düşüncelilik ile bir bütün olmalı o halde, diye düşünürken şunu özellikle belirtmek istiyorum. Hiç bir ses bir başka ses olmadan, ya da insan bir başka can olmadan kendini oldurmaz. Birbirimize, birbirimizle ses vermeye ihtiyacımız var. Burada sessizliğin ya da eylemsizliğin önceliği, bireysel sınırların çizilmesi ya da yalnızlığın yüceltilmesi söz konusu değil. Sessizliğe, düşünceliliğe pozitif ayrımcılık yapıyor gibi görünsem de, yaşayamadığımız, rastlayamadığımız içindir. Ara duraklar, birlikte meydana getirdiklerimiz ve getireceklerimizi olgunlaştırmak, biricik yaşamlarımızı anlamlı, bütün ve yaşamış olmaya değer kılmak için… sessiz ve çok değerli soluklar sadece.

*

Adı geçen, geçmeyen  kitaplar, filmler…

Kitap

“Kötülüğün Sıradanlığı”, Hannah Arendt, Metis  // Eichmann davasının ardından yazdığı kitapta (1963), kötülüğü, Holokost’tan yargılanan Nazi subayı  Eichmann’dan öte, “iyiyle kötü arasında ayrım yapmayan ve yargı yoksunu”  ‘normal’ herkesi düşünerek ele alır…

“Full Catastrophe Living”, John Kabat-Zinn, Delta // Mindfulness üzerine başucu kitabı

“Everything’s Connected”, Daniel Barenboim, Phoenix // Müzikle ilgili bağlantılar, çağrışımlar…

Film

“Berlin: Symphony of a Great City” (1927), Yön: Walter Ruttmann // Bir şehrin 24 saati. Nefes alır gibi. Tam sessizlikten, günün gürültüsüne, sonra tekrar sessizliğe geri dönüşü.  https://www.youtube.com/watch?v=0NQgIvG-kBM

“Hannah Arendt” (2012), Yön: Margarethe von Trotta // Arendt’in Eichmann davasında ve sonrasında verdiği fikir mücadelesi üzerine…

Müzik Video

John Cage, 4’33” (1952) // Cage’in, 4 dakika 33 saniyelik sessiz eseri…

https://www.youtube.com/watch?v=JTEFKFiXSx4

***

Fotoğraf: B.K., 2016